İftira Sebebiyle Manevi Tazminat Davası

İftira Sebebiyle Manevi Tazminat

İftira Nedeniyle Manevi Tazminat Davası

İftira Sebebiyle Manevi Tazminat Davası Hangi Durumda Açılabilir?

İftira sebebiyle manevi tazminat davası ya da hakaret sebebiyle manevi tazminat davası, iftira ya da hakaret nedeniyle kişilik haklarının ve itibarının zedelendiğini ve kamuoyu nezdinde küçük düşürüldüğünü iddia eden kişi tarafından açılabilir.

İftira ve hakarete maruz kalma durumunda hangi hakların kullanılabileceği konusunda doğrudan düzenlemeler Borçlar Kanunu 58. madde ve Medeni Kanunun 24. maddesidir. Yani iftira nedeniyle manevi tazminat davası veya hakaret nedeniyle manevi tazminat davası açılmasının hukuki temeli, birincil olarak bu düzenlemelerdir.

Türk Borçlar Kanununun, kişilik hakkının zedelenmesi başlıklı 58. maddesi “Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir. Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.” demektedir.

Türk Medeni Kanununun 24. maddesi “Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.”demektedir.

Açılacak davada mahkeme, sarf edilen sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında korunması gereken kişisel yorum ve eleştiri sınırlarını aşıp aşmadığı, davacının kişilik haklarına saldırı teşkil edip etmediğini inceler ve varılacak sonuca göre manevi tazminat talebinin kabulüne ya da reddine karar verir.

 

İftira veya Hakaret Nedeniyle Manevi Tazminat Davalarında Mahkemeler ve Yargıtayın Kriterleri

Bir kişiye yönelik kullanılan ifadenin manevi tazminat ödemeyi gerektirecek şekilde kişilik haklarına yönelik saldırı içermesi için, ifade özgürlüğü sınırlarını aşmış olması gerekir. Hangi ifadelerin özgürlük kapsamında kaldığı, hangilerinin bu sınırı aşarak kişisel haklara saldırı oluşturduğunun ölçüsü için mahkemeler ve Yargıtay, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. maddesinde düzenlenen İfade Özgürlüğü maddesine ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) ifade özgürlüğü konusunda verdiği içtihatlara bakmaktadır.

Sözleşmenin 10. maddesinin 1. fıkrası “herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, devletin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.” diyerek ifade özgürlüğünün pozitif anlamda kapsamını çizmektedir.

Sözleşmenin 10. maddesinin 2. fıkrası ise “Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzenin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın ve ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar ve yaptırımlara tabi tutulabilir.” diyerek, negatif anlamda kapsamı çizmektedir. İfade özgürlüğü hakkı geniş yorumlansa da sınırsız olmadığını, Sözleşmenin 10. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenlemeden görmekteyiz. AİHM verdiği kararlarda, ifade özgürlüğünün demokratik toplum için vazgeçilmez olduğunu, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gereği olduğunu belirtmektedir.

Mahkemeler karar verirken iftira ya da hakaret sebebiyle manevi tazminat isteyen kişinin halka mal olmuş bir siyasetçi olup olmadığına da bakmaktadır. Zira AİHM ve yerel mahkemeler siyasetçilerin yaptıkları iş gereği, siyasi sorunların özgürce konuşulabilmesi için eleştiriye daha açık olmaları gerektiği görüşündedir. Bu sebeple siyasetçi olmayan birisine söylendiğinde manevi tazminatı gerektiren bir ifade, siyasetçi olan birine söylendiğinde ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilebilir ve manevi tazminat talebi reddedilebilir.

İddiaların dayanağının olup olmaması ve davacının kişilik hakları ile davalıların şikayet hakkı arasındaki çatışan yararlar dengesi de, iftira veya hakaret nedeniyle manevi tazminat talebinin kabul edilip edilmemesinde etkili olacaktır. Örneğin yolsuzluk yaptığı iddia edilen siyasetçinin yolsuzluk yaptığı konusunda az da olsa emareler bulunması durumda mahkemeler, kullanılan ifadelerin eleştiri hakkı kapsamında kaldığını belirterek manevi tazminat talebini reddedebilmektedir.

 

İftira Suçunda Manevi Tazminat Miktarı

Mahkeme tarafından, iftira sebebiyle manevi tazminat miktarı belirlenirken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını, olayın gerçekleştiği tarihte paranın satın alma gücünü, somut olayın özellikleri ve etkilerini dikkate alır. Hükmedilecek manevi tazminat miktarı ile davacı tarafın zenginleşmemesi, davalı tarafın da fakirleşmemesi gerektiği gözetilir.

 

İftira Sebebiyle Manevi Tazminat Davası Yargıtay Kararlarından Örnekler

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; davalı tarafından davacıya yönelik olarak kullanılan sözler arasında suç teşkil eden bir ifadenin bulunmadığı, dava konusu ifadelerin yer aldığı elektronik posta bir bütün olarak değerlendirildiğinde eleştiri niteliğinde olduğu, kullanılan ifadelerin bir kısmının yakışıksız olmakla birlikte eleştiri sınırları içinde olup bir kısmının ise değer yargısı içerdiği, dolayısıyla dava konusu ifadelerin kişilik haklarına saldırı niteliğinde olmadığı, bu nedenle direnme kararının bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

Hâl böyle olunca, asıl davada davalının sözlerinin davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğunu, davacı yönünden manevi tazminat koşullarının gerçekleştiğini kabul eden direnme kararı sonucu itibariyle yerindedir.“(Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/1395E 2019/1324K sayılı kararı)

“… dosya kapsamında, oluş konusunda, davalıların öznel değerlendirmeleri dışında objektif biçimde ciddi hiç bir emarenin mevcut olmadığı anlaşılmaktadır. Buna göre; davacının kişilik hakları ile davalıların şikayet hakkı arasındaki çatışan yararlar dengesi, davacı aleyhine bozulduğu ve davalılar bakımından hukuka uygunluk nedeni de gerçekleşmediği halde, davacı yararına uygun bir miktar manevi tazminat takdir edilmesi…” (Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 2018/3657E, 2018/5878K sayılı kararı)